24 Haziran 2012 Pazar

Bir anı diyelim buna..

8'inci sınıftan beri kağıt üzerinde, lisede internetle tanışmamdan beri de sanal dünyada sürekli kendimden bir şeyler bırakıp durmuşum. Ama aslında büyük bir yalancıyım, eski bloglarımı ve bir zamanların livejournal'ını bulup okusanız aslında benden olan pek de bir şey bulamazsınız. Boş konuşurum ve kendimle olduğum, kendime yazdığım zamanlar haricinde pek de samimi değilimdir.

Ama bu sefer kendimden bir şey bırakmak istedim. Büyük olasılık tek okuyan yine ben de olacak olsam. Orada, dünyaya açık bir alanda, bir ara cidden yazdığım bir şey olsun. Yine kendimden bir alıntı yani..

"24 Ekim Pazar, 2010

...Biletini yapıştırmış da olsam Karanlıktakiler'i görmedim aslında. Çünkü Nisan'ın 11'inde, pazar günü babanem öldü. Trajikomik di mi? Senelerdir dedeme "git artık" diyen kadın, ondan önce gitti... Hem de grip olduğu için hastaneye yatırıldığında. Grip.

Bu konudan bahsederken çok soğuk geliyorum insanlara. Yazarken de öyleyim. Farkındayım. Ama ikiyüzlü olmayı hiçbir zaman sevmedim. Ne haberi ilk duyduğumda, ne cenazede, ne Birsen Teyze histerik histerik ağlayıp nasıl gözlerinin önünde öldüğünü anlattığında... bir kere bile ağlamadım. Ta ki bu olaydan aylar sonrasına kadar. Bir gün işe gitmek için evden çıkarken kapının kenarına bırakılan babanemin eşyalarından babanemin kokusu burnuma çarpana kadar. Koku duyusu en güçlü duyu gerçekten de...

Dürüst olalım. Babanem iyi bi insan değildi. Dırdırcıydı, huysuz ihtiyarın sözlük anlamıydı, insanların değerini kazandıkları parayla ölçerdi, dedikoducuydu, kindardı, zamanında bir iyilik yapmışsa her fırsatta hatırlatmaktan çekinmezdi, sürekli beni başkalarıyla kıyaslardı... ama babanemdi. 

Arka oturma odasına girdiğimde beni gördüğü anda sevinirdi. En fazla 5 dk sonra tartışmaya başlamamızın bir önemi yoktu. Babanemdi, ailemdi ve belki de hiç söylememiş de olsam onu gerçekten sevdim. Çok kızdım ama sevdim de. Oturup Mahnur Ünsal nasıl bir insandı diye düşündüğümde aklıma hemen iyi özellikler gelmiyo olabilir. Ama o askeri kamplarda onlarla kaldığımız yazlarda, gecenin ortasında yatağa bağdaş kurup "ben acıktım" dediğimde o saatte bana "piknik" hazırlayan insandı. Ama artık bayramlarda Levent'teki evlerinde ziyaret edip elini öpmemek için direndiğim babanem yok, artık Zincirlikuyu'da mezarı başında dua ettiğim bir babanem var. Dua etmek de denmez aslında, dua etmem çünkü. Konuştuğum diyelim. 

Bir insan bunları yazmaz da neyi yazar bilmiyorum. Niye yazmadığımı da bilmiyorum. Bildiğim şey yazmanın bana iyi geldiği. Hadi nerden bildiğimi sor!

Bunları yazarken ağlamamdan biliyorum. Olayın tazeliğinde ve aylar sonrasında bile, yaşarken ağlayamazken yazarken ağlayabildiğimden biliyorum..."


Bir ricam var, okuduysanız ve yorum yapmak istiyorsanız da yapmayın. Niye bunu şimdi yazmak istedim bilmiyorum, gece sarhoşluğu, uykusuzluk, Grange okumanın getirdiği yorgunluk ya da herhangi bir şey diyelim... Ne düşündüyseniz, kendinize saklayın. İyi geceler ;)

13 Mart 2012 Salı

kendimden alıntı

Bu aralar gecelerim pek bir uykusuz, sağlık sorunlarım var ama canınızı sıkmıyayım şimdi. Geçen yine uyuyamıyorken gecenin bir yarısında (ya da sabahın köründe) yazdığım bir şeyi okudum şimdi de, eğlendirdim kendimi, buraya da yazıyorum..

Aynı hissi vermeyecek tabii ama aşağıdaki yazının gittikçe iyice yazmayan bir tükenmez kalemle yazıldığını hayal edin:

"Başarılı insanların hikayelerini dinleriz ya hep. Harika bi kitap fikri trende giderken aklına gelir, bi peçeteye karalarsın sonra yazmaya başlarsın ve dünyanın ilk milyarder yazarı olursun. Para kısmına o kadar takık diilim aslında. Bir şey yaratmış olmak başlı başına bi başarı bi yerde... Ama düşünüyorum da benim tamamen alakasız bi anda aklıma süper bi fikir gelse bile ya yazıcak bi şey olmaz ya da yazarken kalem falan bitiverir. Bu salak kalemin yaptığı gibi...

Hayat öyle çünkü."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...