Aylar sonra buraya gelip yazmaya başlamak da çeviri yapmaktan kaçmanın bir parçası gerçi, ama bunu şimdilik görmezden geliyorum. Sevgili İngilizce dilinin en sevdiğim kelimelerinden biri olan "procrastination", yani kabaca "yapılması gereken işi yapmaktan kaçınmak için sağda solda alakasız şeylerle uğraşma durumu" hayat felsefemin en tepesine oturmuş durumda. Elimde değil.
An itibariyle durumum şu: Dün aldığım çeviri tomarına bakıp bakıp iç geçiriyorum ve kahve yapmaya gidiyorum. Henüz bir sayfa hariç bir şey çevirmişliğim yok.
Kahve eşliğinde ilk günün özeti:
- Kalkma-kahvaltı etme-işe başlama arasında geçen anlamsız derecede uzun saatler.
- Kahvaltıyı uzatma amaçlı poşe yumurta yapmaya girişme, suyun kaynama aşamasında kendine gelme ve onun yerine kaynayan suda yumurta haşlamaya karar verme.
- Kahvaltı ederken bari bir şey izliyeyim sonra işe başlarım düşüncesinin beynin "yapma, etme bak" diyen küçücük bölümünü susturması.
- Netflix'de Friday Night Lights izlenmesi, bu vesileyle kahvaltının 3 saate uzaması.
- Bu sırada öğlen olduğu için acıkılması, yemek beklerken 3 gün önce gelen bir başka çeviriyi yarım saat içinde çevirip teslim etme.
- İş yapmanın mutluluğuyla Buzzfeed'de kendini kaybetme.
- Yemeğin gelmesiyle kahvaltı rutininin yeniden tekrarlanması, bir yandan Netflix'e küfredilmesi ama izlemenin bırakılmaması.
- Teslim ettiğim çevirinin ardından aynı kişiden, görünce sinirden kahkaha attığım uzunlukta başka bir çevirinin gelmesi.
- Asıl yapmam gereken çeviri tomarına bir bakış daha atılması.
- Zar zor kalktığım yatağa geri girilmesi, akşama kadar uyunması.
- An itibariyle kalkılması, çeviri tomarına bakılıp blog yazmaya karar verilmesi.
Adam olmam ben yemin ediyorum.
Bi' yeşil çay falan yapayım bari...