10 Aralık 2010 Cuma

not defterimden

Dondurucu bir cuma sabahında Cevahir Starbucks'ta oturup İnci Abla'nın gelmesini beklerken sıkılmıyim diye karaladıklarımı yazıyorum bugün. Neden? Öyle. Ayrıca beynimi takip etmek hoşuma gidiyoo. Hani bazen kendinizi çok alakasız bi şeyi düşünürken bulursunuz da bu nerden aklıma geldi şimdi dersiniz. İşte benim sabahın o saatlerinde bir oraya bir buraya atlayan beynimin yol haritası bir nevi bu.

Sütaş yoğurt çekimi. Gün 2.

9.30'da buluşacağım İnci Abla, hava nedeniyle hala ortada yok. (Saat 11.14)

Cevahir'de yarı uyur yarı uyanık durumlar.

Kahve neden bana etki etmiyo? 1 bardak içtikten sonra enerji patlaması yaşayan Sheldon gibi olmak istiyorum.

Dünkü çekim yüzünden omuzlarım ve kıçım ağrıyo. Bu iki birbirleriyle çok! alakalı organı çalıştıracak ne yapmış olabilirim?

Dün yazmam gereken "Üsküdar'a hindi almaya gitme" vakasının 2. bölümü bugün yaşanır mı diye düşünmeden edemiyorum. Zira bugün de hindi çekiyoruz...

Dün bir ara kendimi Beşiktaş-Üsküdar motorunda kucağımda hindiyle canlandırıyodum.

Paketlemişler ve poşetlemişlerdi allahtan da tv şakalık bir görüntü çıkmadı ortaya.

Acaip bi iş bu. "Çekim için" dedin mi akan sular duruyo. Ya da durması bekleniyo...

Peki yoğurttan dokunamayacak, göremeyecek kadar nefret eden benim bir gün daha cacık, yoğurt ve haydari dolu bi çekime gitmeme ne demeli?

O zaman cidden de çekim için deyince akan sular duruyo belki de.

Gün sonunda artık titremeye başlamam tamamen apayrı bi olay tabi.

Starbucks müziklerini nerden buluyo çok merak ediyorum. En klişe Xmas şarkılarından biri olan Jingle Bells'in bile cazımsı güzel bir versiyonu çalıyo.

Hatta let it snow, let it snow, let it snow.

Ki akşam yağabilir cidden. Öyle bi hava var. Sonunda kış geldi.

Ama kışın da karın da elimde bi fincan sahlep ya da sıcak çikolatayla evde cam arkasından yaşandığında güzel olduğuna inananlardanım.

Sabah 8'de sıcak yatağımdan dondurucu soğuğa çıkmak zorunda olduğum zamanlarda değil!

İnci Abla hala yok. Arıyorum.

Kartımda 2 lira 79 kuruş kalmış. Bilgilendim iyi oldu...

Daha köprüye yeni girmiş. Aaaaaahh!!

D&R'dan Penguen, Uykusuz falan alsam dönüp gene bu rahat koltuğa gömülebilir miyim acaba?

Her zaman yanında kitap taşı, bugün taşıma. Aferin Melis.

Okursam uyuya kalma gibi bi riskim de var tabi. Yazmak en iyisi bu durumda. En azından beynimi ve elimi meşgul ederken beni yormuyo.

Pekiiii, 10'da açılan Cevahir'in 10.01'de dolu olmasına ne demeli? Kim sabahın 10'unda AVM'ye gelme ihtiyacı duyar?

Ben hariç tabi bu durumda!

Body Shop 2 al 1 öde kampanyasında baharatlı vanilyalı vücut kremleri  de var! Ama hiç vanilya gibi kokmuyolar pöh!

Yılbaşında millete hediye mi alsam bu sene?

Ama kime ne alıcam şimdi? Normalde almıycak bile olsam en azından şu şunu sever diye bi fikrim olur. Bu sene kafam boş.

Of iş çıkarma Melis.

Ama The Oatmeal kahve posterim geldi! Amerika'dan gelen posteri Beşiktaş'a kadar gidip almaya üşenmem de ayrı bi olay tabi.

Ama kahve. Ve The Oatmeal. Ve poster. =D

Burcu'yla posterleri sipariş etmemizden bi kaç gün sonra %50 indirime girmelerine ise diyecek bir şeyim yok.

Evren benle dalga geçmeyi seviyo bazen.

Olsun be! Çocuk hak ediyo valla. Zeka, mizah ve yaratıcılığın birleştiği bi insan.

Veee İnci Abla geldi. Haydin alışveriş!

28 Kasım 2010 Pazar

Pii.O.Vii.

Bakış açısı denen şey hayatın gizlerinin yattığı yer belki de... Herkes Musa'nın hikayesini bilir değil mi? Yahudilerin lideri, onların Mısır'dan sağ salim çıkmasını sağlayan kişi, aynı zamanda Mısır firavunu Ramses'in en yakın arkadaşı.

Musa tarafından bakınca hep onu desteklemez mi insan? Görsellik için Prince of Egypt'i de izleyebilirsiniz, animasyon hem.

Ama Christian Jacq'ın 5 kitaplık Ramses serisini okuyun, kızıyorsunuz adama! Musa'ya yani. Görünüşte durduk yere ayaklandığı için. Ramses zaten başında tahtı elinden almak için her şeyi yapabilecek bir kardeşle ve daha bir sürü şeyle boğuşurken, en azından en iyi arkadaşına güvenebilmeli diyorsunuz. Ama en iyi arkadaşı Musa ve ne yaptığı ortada.

Demek ki bazen doğru-yanlış, iyi-kötü diye bir şey yok. Sadece bakış açısı var.

Bir de o bakış açısının nasıl dillendirildiği sanırsam.

Yazı da öyle bir şey işte...

11 Kasım 2010 Perşembe

huzur isteyenlere tavsiyeler

Bugünki yazım bir "ben yaptım gördüm geçirdim, tavsiye ederim" yazısı. Çok uzun da değil merak etmeyin.

Hepimiz huzurla bozduk ya bu aralar, yorucu şehir hayatı insanda şehir dışına kaçma arzusu yaratıyor, bir tatil olsa da gitsek kafamızı dinlesek (ki tatile de bir şey kalmadı hadi) demeyen, gürültüden, trafikten, insan kirliliğinden bıkmayan var mı? Yok. Tamam canım cevap beklemiyorum, kendi kendime konuşuyorum sonuçta burda.

Size diyeceğim çözümü şehir dışında, uzaklarda, illa bir ton para harcamada aramayın. Benim bugün yaptığımı yapın. Giyin eşofmanlarınızı BELGRAD'a gidin. Çok klişe di mi? Ama şunu düşünün ki, uykuyu özellikle de sabah uykusunu benden fazla seven insan az bulursunuz. Tatil günleri bile 6'da kalkayım, sabah sporumu yapayım, oh sağlıklı yaşam çek içine oksijen oksijen haydi hop hop tarzı enerjik, günün her saatini yaşayanlardan değilim. Olmak da istemem, manyaklığın da bir sınırı olmalı! Neyse konudan şaşmayalım, yani size bunu, sabah babamın zorla nerdeyse ayağımdan sürüyerek kaldırdığı "ben" söylüyorum, onu anlatmaya çalışıyorum. Belgrad Ormanı'na gidin. Gidin kardeşim.

Huzur dediğimiz şey oraya girmiş saklanmış adeta. Hele şimdi bir de sonbahar. Sonbaharın tüm renklerine bürünmüş uzuuun ağaçların arasından sızan güneş, rüzgar estikçe ağaçlardan süzülen sararmış yaprakların kapladığı bir yol, parkur ortasında pırıl pırıl parlayan bir göl, belki size eşlik edecek arkadaş canlısı bir köpek.. Bir tablonun içinde yürüyorsunuz sanki. Etraftaki tek ses ise demin söylediğim yerdeki yaprakların siz üzerine bastıkça çıkardıkları hışırtı..

Bu ortam, hem de İstanbul'da. O yüzden bırakın huzur ve dinlenme arayışı içinde tatilcilerin zaten doldurup, gürültülü şehir hayatından farksız hale getirecekleri tatil mekanlarını, siz benim dediğimi yapın, faydasını göreceksiniz. Valla.



"1 saatte 6 km yok gittim, işte bu da belgesi" görgüsüzlüğüm :)

He bu arada huzur muzur aramıyorum kardeşim, deli misin nesin diyenleriniz varsa.. allah müstahakınızı vermesin yazıyı ne diye okudunuz o zaman yahu? Siz yok mu siz...

4 Kasım 2010 Perşembe

sis inmiş İstanbul'a, hadi kitap fuarına!

Aylardır iplerini çekmekten ellerimin acıdığı bir hafta bu hafta.. TÜYAP Kitap Fuarı! En az benim kadar kitap delisi arkadaşım Burcu'yla ve annesiyle, boş olur hafta içi gidelim, hem Perşembe günü Zagor'un çizerlerinin imza günüymüş ona da katılmalıyız (gerçi bu tamamen Burcu'nun olayıydı :)) diyerekten vurduk kendimizi yollara.. Daha doğrusu Taksim'den kalkan fuar servisine :)

Fuarın iki adım ötesi gözükmeyen çok esrarengiz sisli yolu

Voila!


Tabi "hafta içi boş olur" düşüncemizin bozgun yediğini de belirtmeden geçmemek lazım. Çünkü şansımıza (!) okul gezilerinin yapıldığı güne denk geldiğimizden her taraf alabildiğine koşturan bağıran birbirini itekleyen çocuk sürüsüyle doluydu. Çocuk çocuk çocuk, her yerde! Etrafta 1.50'nin üstünde insanın olmadığı bir ortam..  

Eh bu durumda bir fincan şu mucizevi sıvıdan içmek de şart oldu tabi. Mis!

Kendimize de geldikten sonra alabildiğine kitap KİTAP kitap olan fuar alanına girmeye hak kazandık artık. Otur otur nereye kadar kitaplar bizi bekler. Burcu'yla Nilgün Teyze'nin sistemi varmış onu da bugün öğrendim. Bir sırayı baştan sona gezip, sonuna geldiklerinde bir sıra yana geçip devam ediyolar. S'ler çizerek tüm salonu dönüyorlar yani (yoksa U'lar mı, neyse aa) hatta bu yüzden çok gitmek istedikleri Penguen standına bile en son gidebildik, o kadar bağlılar bu sisteme yani.

Evet biz aslında 5 yaşındayız! Aynı konseptte resim çektiren Nilgün Teyze de 5 yaşında bu durumda ama onu ifşa etmeyim dedim :)

Hayran kaldığım kitap kulesi. Jenga oynar gibi alttan bir tanesini çekmek için elim gitmedi desem yalan olur :)

Büyük bir hararetle Burcu'nun kitabının kapağına ilüstrasyon yapan Zagor çizeri

İsimlerini unuttuğum Zagor çizerleriyle Burcu. Biz ohoo Zagor milattan önce, 70 yaşında tipler gelicek şimdi diye beklerken bu şirin insanlarla karşılaştık.


Kitap fuarını genel olarak sevmem dışında aslında bu sene özel bir ilgim de var. Biri, Cumartesi günü Grange'ın söyleşi ve imza için Tüyap'a gelecek olması. Kurtlar İmparatorluğu'm kolumun altında ctesi gene tıpış tıpış Tüyap yolundayım demek bu. İkincisi ise Kadri Enişte'min bu yıl Kuş Oltası isimli kitabıyla Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü kazanması dolayısıyla gene cumartesi günü yapılacak olan ödül töreni.

Yani Beylikdüzü, cumartesi bekle beni gene geliyorum. Sizi de beklemesini söylerim merak etmeyin ;)

14 Ekim 2010 Perşembe

mecburen mecburen mecburiyetten... değil!

Erken kalkmak mecburen, işe gitmek mecburen, eve dönmek mecburen mecburiyetten... ama arkadaşlarla MFÖ konserine gitmek değil! O tamamen zevk için, istediğim için, eğlenmek için :)

Her şey bunun sayesinde oluyor, ilginç di mi? :)

Tam da kaprisli olduğum bir gündü halbuki. Keyifsizim, canım gitmek istemez, uykum var, hava kapalı, açım, bi dakka bi dakka bu konser üniversite festivallerine gitmem prensibimi ihlal ediyo mu ama hayır festival değil tüh.. ama MFÖ yaaa!

Tam boğazlanıcak havamdaydım yani! :) Allahtan alttan alan arkadaşlarım var. Ya da öyle kaprisler görmüşler ki benimkiler eh bu kadar olur dedirtiyor.. Ama çay içelim yaaa diye biri beni konser alanından çıkarıp YTÜ'nün tepesine sürükleseydi ben sinir olurdum şahsen. O "biri" ben olmasaydım tabi!

Konser başladığındaysa keyfim yerindeydi. Bir süre sonra epey şiddetlenerek bizi sıçana çeviren yağmur bile bozamadı o keyfi. Hatta Musa'ya "Şomsun oğlum yağmur istiyodun al sana yağmur!" diye çıkışmış bile olsam sonradan (özellikle "Bu Sabah Yağmur Var İstanbulda"dan sonra.. Yağmur altında MFÖ dinlemek bir başka cidden de) dediğine katılmadan edemedim: "Bugün güzel bir gün."

Tam tipler yaa, Erkan'a öldüm :)

Hadi kendimi de dahil edeyim ama öbür resmi daha bir sevdim açıkçası..

Sonradan ayaklarımı hissedebilseydim daha da bir güzel olacaktı. Yaşlanıyorum diyorum işte.. Burcu'nun ağrıyan belini çıtlatabilmek için yaptığı hareketlereyse hiç gitmiyorum, o biliyor kendini! :)

7 Ekim 2010 Perşembe

hadi bugün ayakkabılara ilgim olsun...

Modayla alakam (-)'lerde seyreder genelde. Devil Wears Prada gibi filmler izlediğim nadir zamanlarda +5'e falan çıkar (evet bu değelendirme 100 üzerinden). Aşağı yukarı 3 çift ayakkabım (hiçbiri topuklu değil) ve 2 adet kotum var. Evirir çevirir her şekil giyerim. "Bir giydiğimi bir daha giymem" divalarının aksine bir giydiğimi bir hafta boyunca giyebilirim de. Kirlenmediği sürece tabi. Kıyafetle alakam yok dediysem pasaklıyım demedim. O yüzden bu post aslında benimle epey alakasız ama Kobi-Levi'nin tasarım harikası ayakkabılarına hayran kalmamak da elde değil. Bakalım siz ne düşüneceksiniz..









Sakızlı olan benim favorim :) Üzerinde iki adım atamam o ayrı...

27 Eylül 2010 Pazartesi

kendimle gurur duyuyorum

Hadi ama, siz olsanız duymaz mısınız?! :)

zengin sıcak çikolata

Ve Sıcak Çikolata'nın 5 Günü projemin sonuna geldik. Aslında cuma günü yaptım bu tarifi ama araya haftasonu girince yazamadım. Neyse son çikolatam "zengin sıcak çikolata"... Çikolata kurundan ;)

Çikolatanın zengin olduğunu söylemiştim değil mi? :)

Çikolata "dağı" hazırlanırken... Bu sefer kesme görevini Barış'a devredip sütü karıştırmayı seçtim hehe

Ve bitmiş hali.

En zengininden sıcak çikolata!

1 litre süt
400 gram bitter çikolata
1 çay kaşığı vanilya
1 çay kaşığı tarçın

Sütü orta boy bir sos tenceresine aktarın. Orta dereceli ateşte sürekli karıştırarak kaynatın. Kaynayınca ateşin altını kısın ve kıydığınız bitter çikolatayı ilave edin. Çikolatalar eriyene kadar karıştırmaya devam edin. Eriyince tarçın ve vanilyayı ekleyip karıştırın. Bardaklara paylaştırıp servis yapın.

Kendi projeme ihanet etmek gibi olmasın ama en delisinden çikolata aşığı biri değilseniz bunu içmenizi pek önermiyorum açıkçası :) Sulu puding kıvamında bir sıcak çikolata oldu çünkü! Hatta evdeki herkes sonrasında "yiyecek tuzlu bir şey yok mu yaw?" şeklinde küçük bir tuzlu krizi geçirdi. Uyarmadı demeyin. Ama yine de afiyet olsun!


24 Eylül 2010 Cuma

biberli sıcak çikolata

Evet evet biberli. Aslında Johnny Depp ve Juliette Binoche'un muhteşem "Chocolat" filmini izleyenler için pek de yabancı olmayan bir kavram (şahsen ben ilk orda duymuştum hehe). Çikolatayı ilk defa içecek haline getiren Aztekler yaparmış biberli sıcak çikolata. Eh benim neyim eksik?! :) Şaka bir yana, biberli sıcak çikolata yapacağım diye kime söylesem önce bir yüzlerini buruşturdular, ama ilginç bir şekilde benim en beğendiğim tarif bu oldu.

Malzemeleri yadırgamayın, cidden güzel oldu!

Chili görevini yaparken...

Kremşanti ise sırasını bekliyor :)

Ritter Sport'un süperb çikolatası da...

Mmmmm!
1 litre süt
100 gram biberli bitter çikolata
(Ya da 100 gram bitter çikolata ve 1 adet chili biber)
1 paket kremşanti
1 su bardağı süt (kremşanti için)
Kırmızı toz biber

Sütü ve chili biberi orta boy bir sos tenceresine aktarın. Orta dereceli ateşte sürekli karıştırarak kaynatın. Kaynayınca biberi tencerenin içinden çıkartın, ateşin altını kısın ve kıydığınız 100 gram bitter çikolatayı ilave edin. Çikolatalar eriyene kadar karıştırmaya devam edin. Ayrı bir kapta toz krem şantiyle sütü krema kıvamına gelene kadar blender yardımıyla karıştırın. Hazırladığınız sıcak çikolatayı bardaklara paylaştırın. Üzerine bir çorba kaşığı krem şanti ilave edin. Üzerine kırmızı toz biber serpiştirip servis yapın.

Biberli bitter çikolata bulabilirseniz, (ki Lindt'in biberli çikolatası var gördüm, eminim ama nerde gördüğümü hatırlayamadığım için bu yönteme başvurdum) chili biberi sütle kaynatmanıza gerek yok. Biberli çikolatayı kaynattığınız süte katmanız yeterli :) Ritter Sport'un bitter çikolatasının yoğun tadından olabilir ama kremşanti, çikolata ve biberin çok iyi dengelendiği bir tarif oldu. Ne çok tatlı, ne acı.. sanırım aşık oldum! Biberli çikolatayla bu tarifi yeniden deneyeceğim. Aztekler işlerini biliyorlarmış anlayacağınız. Hadi afiyet olsun!

naneli sıcak çikolata

Dünün sıcak çikolata entry'sini teknik bir arızadan dolayı yapamadım (tamam fotoğrafları usb'ye aktarmayı unuttum ne var)... O yüzden, bugün iki tarif birden yazıyorum oh lala!

Ritter Sport kadar mükemmel bir çikolata var mı bilmiyorum, "hayııır yemiycem! sıcak çikolata yapıcam!" diye kendimi kaç kere durdurmak zorunda kaldım onu da bilmiyorum.

Kestikten sonra birkaç parça yürütmüş olabilirim.. Siz yapmayın! :)

Ve marshmellowlar.. Bu sefer her parçayı 4'e diil 8'e kestim.

Ocakta kaynamaya çalışan süt...

Mutsuz boş bardaklar :(

Ve mutlu dolu bardak! :)

1 litre süt
100 gram naneli bitter çikolata
Marshmellow


Sütü orta boy bir sos tenceresine aktarın. Orta dereceli ateşte sürekli karıştırarak kaynatın. Kaynayınca ateşin altını kısın ve kıydığınız naneli bitter çikolatayı ilave edin. Çikolatalar eriyene kadar karıştırmaya devam edin. Eriyince bardaklara paylaştırın. Marshmellowları ilave edip servis yapın.

Mutlu dolu bardağın hikayesini anlatıyorum size.. Önce bardakların hepsini hazırlayıp 2'sini annemlere götürdüm (burada ilginç bir şey yok). Mutlu dolu bardağı ise Barış'a götürdüm, ve kendi bardağımı ve fotoğraf makinemi almaya mutfağa gittim. Barış'ın odasına geri döndüğümde mutlu dolu bardak yeniden mutsuz boş bardağa dönüşmüştü. Son.

Bu hikayeden çıkarılması gereken ders.. Naneli çikolata sevenlerin gerçekten hoşuna gidecek bir sıcak çikolata tarifiyle karşı karşıyasınız :) E afiyet olsuun!

23 Eylül 2010 Perşembe

22 Eylül 2010 Çarşamba

beyaz sıcak çikolata

Sıcak Çikolatanın 5 Günü "proje"sinin 2. günüü! Bu seferki beyaz çikolatayla yapılan sıcak çikolata, hadi bakalım!

Malzemelerrr! Beyaz çikolatayı elimin altında ancak Milka bulabildim, herhangi bir beyaz çikolata da olur tabi :)


Çırpılmış, çikolatanın üzerine konmayı bekleyen krema..


Ve sıcak çikolata olmayı bekleyen beyaz çikolatarrr

Krema ve çikolata muradına erdi!


1 litre süt
100 gram beyaz çikolata
1 paket krem şanti
1 su bardağı süt (krem şanti için)
60 gram beyaz çikolata (üzeri için)

Sütü orta boy bir sos tenceresine aktarın. Orta dereceli ateşte sürekli karıştırarak kaynatın. Kaynayınca ateşin altını kısın ve kıydığınız 100 gram beyaz çikolatayı ilave edin. Çikolatalar eriyene kadar karıştırmaya devam edin. Ayrı bir kapta toz krem şantiyle sütü krema kıvamına gelene kadar blender yardımıyla karıştırın. Hazırladığınız sıcak çikolatayı bardaklara paylaştırın. Üzerine bir çorba kaşığı krem şanti ilave edin. Ayırdığınız beyaz çikolatayı krem şantinin üzerine rendeleyip servis yapın.

Altına not düşmeden duramayacağım. İtiraf ediyorum kremayı bir değil iki çorba kaşığı koydum, o yüzden böyle taştı taşıcak bir görüntü oluştu (ama taşmadı hehe). Kutu krem şantinin içinden çıkan iki paketten birini kullandım sadece. Bu tarif 4 kupa sıcak çikolataya dolu dolu yetiyor (kupalarınızın boyuna da bağlı tabi), onun için iki paket fazla olur gibi geldi... Tadı güzel olsa da bir daha denemeyeceğim bir sıcak çikolata sanırım çünkü benim gibi tatlı seven bir insan için bile fazlasıyla tatlıydı. Ama evdekiler beğendi haberiniz olsun! Ve tabi ki yine, afiyet olsun!

21 Eylül 2010 Salı

Tim Burton'ın MOMA sergisi

Bazen Tim Burton'ın bir tanrı olduğunu düşünüyorum ve şu anda en çok MOMA'daki bu sergiyi kaçırdığım için üzülüyorum..




 

Daha fazlasını Jill Krementz Photo Journal'da bulabilirsiniz...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...